12 Şubat 2016 Cuma

TARİHİ FIKRALAR

TARİHİ FIKRALAR
Onu Allah sorar
Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir Ramazan orucundan konuşuyorlardı.
Paşa Haşmet’e sordu:
- Haşmet! Senin de borcun var mı?
- Var efendim!
- Ne kadar?
- Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var!
Ragıp Paşa;
- Be adam! Onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum deyince Haşmet şöyle der:
- Oruç borcunu Allah sorar, sizin soracağınız borç bu borçtur.!

Münasebetsiz Mehmet Efendi
İkinci Sultan Mahmud’a “Münasebetsiz Mehmet Efendi” isminde birinden bahsetmişler. Merak edip, huzuruna getirtmiş. Biraz konuşmuş, aklı başında bir adam bulunca :
- Sizin için münasebetsiz diyorlardı. Halbuki pek makul konuşuyorsunuz.

Mehmet Efendi dereden tepeden bahsettikten sonra birdenbire Padişah'a sordu:
- Efendim, zurna çalmasını bilir misiniz?
Sultan Mahmut gayet tabii bir surette cevap verdi:
- Hayır, bilmem.
- Bendeniz de bilmem.
- Ya?
- Evet... Benim Bursa’da halamın damadının ihtiyar bir teyzezadesi vardı. 
- Evet...
- O da zurna çalmasını bilmezdi.
Sultan Mahmut mabeyinciye işaret etti.
- Herifi çıkartın, şimdi bayılacağım!..

Davetiyede yazmıyor
İkinci Abdülhamid son devirlerinde Edirne valiliğe ve kumandanlığında bulunan Müşir Arif Paşa Ramazan'da vilayet ve ordu erkanına çok zengin bir iftar düzenlerdi. Yine böyle bir Ramazan akşamı iftar edildikten sonra Paşa davetlilere:
-Hadi efendiler, dedi namaz kılalım.
Davetliler arasında bulunan Bektaşi canlardan biri ceketinin cebinden iftar davetiyesini çıkarıp baktıktan ve tekrar cebine soktuktan sonra Paşa'ya sokuldu:
-Velinimetim, dedi, davetiyede yalnız iftar yazılı; namaza dair bir kayıt yok!.

Değirmen taşı
Hasırcızade Mehmet ağa bir gün, Keçeci Zade Fuat Paşa'nın parmağındaki yüzüğe dikkatli dikkatli bakıyordu. Paşa sordu:
- Taşıma mı bakıyorsun?
- Evet Paşam, ne taşı diye bakıyorum.
- Elmas!
- Affedesiniz ama, bir şey soracağım: Sana kaç para getiriyor?
- Hiç!
Hasırcızade gülümseyerek:
- Benim de dedi, dede yadigarı bir çift taşım var ama, her sene bana elli altın getirir!
- Ne taşı bu?
- Değirmen taşı, Paşam!

Sen hakiki dalkavuk musun? 
Mirasyedinin biri içinin sıkıldığından bahsederek bir dalkavuk aramaya koyuldu. Bir dostu kendisine birini tavsiye etti. Dalkavuk gelip hizmete başladı. Aradan üç beş gün geçtikten sonra mirasyedi:
-"Sen dalkavuk değilmişsin, hiç dalkavuğa benzemiyorsun" diye söylendi. Dalkavuk telaşa düştü: "Efendim dedi dalkavuğum, her tarafım da dalkavuğa benzer." dedi.
Mirasyedi, onun halinden ve bu sözünden hoşlanmadı kendisine yol verdi.
Dostu ikinci bir dalkavuk gönderdi. Mirasyedi onu da beğenmedi. Nihayet dostu üçüncüsünü gönderdi. Mirasyedi ile dalkavuk arasında şu konuşma geçti:
- Sen hiç dalkavuğa benzemiyorsun.
- Benzemem efendim.
- Yok yok benziyorsun.
- Benzerim efendim. Tıpkı tıpkısına dalkavuğumdur ben.
- Amma da dalkavukmuşsun.
- Evet efendim... Tam dalkavuğumdur.
- Mirasyedi bundan hoşlandı. Dostuna teşekkür etti, tam dalkavuğu buldum dedi.

Para vermeyenler var mı?
Abdülhamid zamanında Ayasofya Camii'nde vazeden Of’lu Tavilzade İbrahim Hoca çok şöhret kazanmıştı. Fakat bir huyu vardı ki fena tesir bırakıyordu: Va’zın sonunda mendil açıyor: Dinleyenlere : "Sökülün bakalım" diyordu.

Hocanın bu hali sarayın kulağına gitti. Abdülhamid mabeyincilerden birine emir vererek camiye yolladı. Mabeyinci va’zı dinledi. Hoca mendili açıp parayı topladıktan sonra yanına giderek konuştu: Padişahın selamlarını ve iradelerini tebliğ edeceğim.

- Buyurun efendim!
- Her mendil açışta ne kadar para topluyorsunuz?
- Nihayet elli kuruş. Çoğu metelik atıyor.
- Demek ki ayda on beş lira. İşte bunun iki misli olarak otuz lira veriyorum. İradei seniye gereğince bir daha mendil açmayın.
Ertesi günden sonra hoca bir daha mendil açmaz. Kimse de çıkarıp kendiliğinden on para vermez. Nihayet kadir gecesi gelir. Hoca duayı yapar. Halk kalkıp gideceği sırada hoca bağırır. "Durunuz ey cemaat, sizden bir sualim var. Bana yüksek bir yerden mendil açmayayım diye irade tebliğ edildi. Fakat görüyorum ki sizin hiç birinizde hocaya bir kuruş verelim diye davranmıyorsunuz. Merak ettim, acaba size de “Sakın hocaya bir şey vermeyin!” diye bir emir verildi mi?

Kahve getirin
Kazasker Mollacık zade Ataullah efendi çok tiryaki idi. Bir gün Babıali’de arz odasında toplanan mecliste kestirdiği hafif bir şekerlemeden uyanınca kendisini tiryakilerle dolu olan konağında sanarak “Kahve getirin” diye el çırptı. Meclistekiler hayretle birbirlerine bakarken Kaymakam Şakir Ahmet Efendi paşa. “ Artık konuşmaktan yorulduk, bir kahve içecek kadar teneffüs edelim” diyerek mollayı utancından kurtarmaya çalıştı.
Kardeş payı
Fatih Sultan Mehmet bir gün saraydan çıkıp ata bineceği sırada bir kalender bir kase uzatıp para istedi. Padişah, bir altın verdi. Derviş, “Padişahım ben senin kardeşin olayımda bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi. Fatih “Neden benim kardeşim oluyorsun?” diye sordu. Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.

Üçüncü kadeh
Bir gün sandalcı Bekir Mustafa ile tebdil gezen Dördüncü Murat ve veziri aynı kayıkla Üsküdar’a geçiyorlardı. Havanın güzelliği, denizin safası Bekri'yi keyiflendirdi. Daima beraberinde taşıdığı şişeyi çıkarıp bir maşrapa dolusu içti. Sonra bir maşrapa da yanındakine ikram etmek istedi. Onlar reddedecek olmuşlarsa da Bekri’nin ısrarına dayanamayarak içtiler. Bir ikinci maşrapa bir üçüncü maşrapa gelince vezir kendini tutamayarak:
- Karşında kim var biliyor musun? dedi.
Bekir Mustafa sakince cevap verdi.
-Kim olacak benim gibi bir Allah’ın kulu.
Vezirin sesinin perdesi yükseldi:
-Karşındaki Sultan Murat ben de veziriyim.
Bu sözler Bekir Mustafa’yı telaşa düşürmedi. Bir kahkaha attıktan sonra sakince 
-Olur şey değil yahu dedi. Herifler iki maşrapa içince biri Padişah öteki vezir oldu. Üçüncü maşrabayı dikselerdi biri Allahlığı, öteki Peygamberliğini iddia edecek.

Uğursuz kim?
Osmanlı padişahlarından “Avcı” lakabıyle meşhur Dördüncü Mehmet Edirne’de bir gün, çıktığı geyik avında bir şey vuramamasını uğursuz bir adam görmesine bağladı. Düşünüp taşındı. Bu uğrusuzluğun saraydan çıkarken gördüğü, derviş kıyafetli bir damdan geldiğine karar verdi. Kısa boylu, uzun saçlı aksak yürüyüşlü üstü dökülen bu dervişin bulunmasını emretti. Adamcağız bulunup Padişah'ın karşısına getirildi. Padişah hiddetle bağırdı:
-"Seni uğursuz herif seni, bu sabah erkenden çıkınca ilk defa seni gördüm. Senin yüzünden bir keklik bile vuramadım Gel cellat başı bu mihnetsiz adamı al, as."
Kellesinin gideceğini gören derviş:
"Uğursuzluğum yüzünden" dedi, "Asılıyorum. Yalnız ölüme giden bir adamın son sözünü dinlemek lazımdır, benim de iki şey söylememe izin verir misiniz?"
Hala hiddeti üstünde olan Padişah
-Peki ne söyleyeceksen çabuk söyle.
Derviş: 
- Zatı şahanenizde bu sabah ilk defa bu kulunuzu gördüğünüz için benim uğursuzluğum yüzünden bir keklik kaybettiniz. Ama bu kulunuz da bu sabah ilk defa zatı şahanenizi gördüm, ben de bu yüzden kellemi kaybediyorum. İnsaf ile düşününüz hangimiz daha uğursuz?

Her şeyin başı sağlık
Üçüncü Sultan Ahmet kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek:
"Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?" diye sordu. 
-Hayır efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz, cevabını verdikleri halde yalnız sadrazam Nevşehirli İbrahim paşa itiraz etti:
- Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım!
- Nedir?
- O yüzüğün takıldığı parmak!
Kuru havlu
Bir gün, birkaç saat devam eden yağmurdan sonra, beraberinde kahyası ve nedimi şair Haşmet Efendi olduğu halde Ragıp Paşa bahçeye çıktı. Yağmurun her şeyi sırılsıklam hale soktuğunu gören vezir:
- Acaba, dedi bu yağmurdan sonra kuru bir şey kaldı mı?
Kahya hemen cevap verdi:
- Kulunuzun abdest havlusu. Çünkü hiç ıslandığı görülmemiştir.
Tok açın halinden anlar mı?
Eski İstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekar esnafa karşı pek amansız davranırdı. Çarşıya çıktığı zaman, dükkan dükkan dolaşır, tavukların kursaklarına kadar her şeyi inceden inceye muayeneye girişirdi. Eğer tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu falakaya yatırır döverdi. Bir gün yolda rastladığı seyyar bir tavukçuyu, yine böyle yere yıktı. Fakat tam sopa faslına başlayacağı sırada, tavukçu eline sarıldı:
- Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın. Bir de sahibinin kursağını yoklasan, a benim sultanım.
Terlemek için ne yapmalı?
Zamanında ünlü doktorlardan Aziz Paşa mektepten diploma alacağı sene imtihanda sorulan: Bir hastayı terletmek için ne yaparsın sorusuna:
- Şu ilacı veririm cevabını verdi.
- Sonra sınav yapan öğretmenlerle arasında şu konuşmalar geçti:
- Terlemezse?
- Bu ilacı veririm.
- Terlemezse?
- Şunu yaparım.
- Terlemezse?
- Bunu yaparım
- Yine terlemezse?..
- Terlemezse getirir, huzurunuzda imtihan ederim.
Hiddet ve şaka
Sultan Mahmut pek hiddetli olduğu bir sırada, onu güldürmek için musahip Sait Efendi odaya girdi:
- Efendim! Yemek hazır.
- Padişah hiddetle bağırdı:
- Ananın bilmem neresine sok!
Sait Efendi:
- Başüstüne efendim! Fakat kapaklarıyla mı sokayım.
- Sultan Mahmut gülmeye başladı. Gülünce de hiddeti geçti.

Sirkeli altın kap
Babası gibi nüktedanlık ve hazır cevaplıkla tanınmış olan Keçeci Zade Fuat Paşa, harikulade güzel , fakat alabildiğine cahil bir Rus prensesi ile bir müddet konuştu.
Sohbetin bitiminde Rus diplomatlarından biri kendisine:
-Prensesimizi nasıl buldunuz?
Sualini sordu. Keçeci Zade şu cevabı verdi:
-Sirke dolu bir altın kap.
Gölge etme başka ihsan istemem
Rusya sefiri meşhur İgnatiyef mezun olup memleketine giderken, veda için geldiği Yusuf Kamil Paşaya: “Efendimize Rusya’dan ne getireyim?” demesiyle paşa:
- Bir mesele getirme de dedi, ben hiç bir şey istemem!
Cehennemin dibi
Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın,bir gün pek sevdiği av köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?
Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya, suratını asarak cevap verdi:
-Vallahi paşam dedi, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı doyar!
Dinlediğini anlamak
Ahmet Vefik Paşa Bursa alisi iken Mudanya kaymakamına falan yere kadar Bursa yolunun iki tarafına ağaç diktir diye emretti. Elde mevcut olan fidanlar fazla geldiğinden kaymakam gösterilen yeri geçirtti. Ahmet Vefik Paşa tayin ettiği noktadan ileriye dikilen ağaçların hepsini söktürdü. Hikmetin soranlara şu cevabı verdi: “Mudanya kaymakamı verdiğim emri bu kere fazla icra etti, yarın da eksik yapabilir, tamamını yapmaya alışmalıdır.”
Menfaat dünyası
Süleyman Nazif’in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken biri: “ Meteliğe kurşun atar” dedi.
Nazif şu cevabı verdi:
- Hayır kurşun atmaz, göbek atar!
Cimriliğin sonu
Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti. Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi, Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli baktıktan sonra.
-Sende, bu cimrilik varken ‘nah’ şeyhülislam olursun.
Eline veren kolunu kaptırıyor
Şair Kevseri, bir gün odasında çorba pişiyordu. Gelen dostlarından biri tencerenin altındaki ateşin az olduğunu görerek bir odun koymak suretiyle Kevseri’ye yardım etti. Şair yeni konan odunu hemen çekti. "Birader ! Pişirme işine karışma sonra yemeğe ortak olman lazım gelir” dedi.
Yalan dünya
Saz Şairi Seyrani , gözü ama olmuş eski bir dostuna rast geldi.
-Ne var ne yok?
Diye hatının sorunca, ama olan dostu.
-Ne bileyim, dedi, bende artık dünyayı görecek göz kalmadı ki!
Şair, eski dostuna şu zarif cevabı verdi:
-Esef etme, onda da bakılacak yüz kalmadı!

Delidir ne yapsa yeridirŞair deli Nüzhet, Bursa’da iken, deliliği ile tanınmış bir zat valiliğe tayin olundu. Gene deli diye anılan bir başkası da kadı idi.
Bir gün sokakta zaptiyelerin bir damı sürükleyip götürdüklerini gören Nüzhet sordu:
-Bunu nereye götürüyorsunuz?
Zaptiyelerden biri:
Delidir, tımarhaneye götürüyoruz.
Deyince şair gülmeye başlayarak.
-Ayol, dedi, delinin tımarhanede ne işi var. Devlet işlerinde hiç mi münhal kadro kalmadı?
Ben de gelmedim
Recai Zade Ekrem Bey, nezaket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şurayı devlette genç bir muavin iken , bir gün Cevdet Paşayı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının da orada oluşu da buna delildi. Böyle olduğu halde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra:
-Paşa evde yok!
Cevabını getirince, bu yalana canı sıkılan Recai Zade, uşağa:
-Öyleyse, dedi, paşaya benim gelmediğimi söylersin.
Milletvekilleri suskunluğu
Merhum Adalı Avni bir akşam Belediye Daimi Encümeninden çıkmış iki arkadaşıyla beraber otomobile binerek Ada iskelesine gitmişti. Arkadaşları uğraştıkları halde otomobilin kapısını bir türlü açamayınca Avni yağız dayanamadı, şoföre seslendi: "Oğlum, mebus ağzı mı bu, neden açılmıyor.?"

Nedir,Neden,Nerede,Nasıl, Niçin,Hangi, Kim,kimdir,Nerede sorularına cevap bulacağınız blog sitesi. ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

konuyla ilgili yeni bilgiler ekleyerek katkı yapabilirsiniz..